“İzmir sürecinde kan bağının ne kadar önemsiz olduğunu farkettim.”
“Aile gibiydi yurt benim için. ... Aile eksikliğimi arkadaşlarımla doldurdum.”
“Sevmeyi bilmeyen insanların büyüttüğü çocuklarız”
“Özgürlüğüm gitti, ben başkasının hayatını başladım.”
“Sanki sürekli yargılanacakmışım gibi geliyordu, ta ki boşanmış arkadaşlarımı görünce onlarla konuşunca rahatlamaya başladım.”
“Şiddet dediğim bir tokat ama o tokat sizi o kadar yerin dibine sokuyor ki insan birine anlatmaktan utanıyor.”
“Feminist duygular kitaplardan okuyarak veya siyasal bir çevreden edindiğim bir şey değildi ... yaşayarak edindiğim şeylerdi.”
Fotoğraflar
Görüşme Notu
Görüşmeyi 1 Eylül 2020 tarihinde gerçekleştirdik. Görüşmecim 30 yaşında, sosyolog ve boşanmış bir kadın. Dersim’in bir köyünde ve ilçesinde büyümüş, üniversite için İstanbul’a gitmiş, evli iken bir süreliğine yurtdışına taşınmış. Sonra İzmir’e yerleşmiş. Evi, benim evime çok yakın olduğu için yürüyerek gittim. Kardeşi ve biri kedi olan ev arkadaşlarıyla birlikte yaşıyor. Oldukça sıcak karşılıyor beni, “benim evim pansiyon gibidir” diyor, “arkadaşlarım gelirler kalırlar, doğrudan tanımadığım insanlar bile... Çünkü ben evsizliğin ne demek olduğunu biliyorum.” Söylediklerinin ne anlama geldiğini görüşmeden sonra anlayacağım. İşten koştura koştura gelmiş, yorgun görünüyor. Hemen bir yumurta kırmış, çay demlemiş. Önce beraber çay içiyoruz. Sonra yalnız kalabilmek için odasına geçiyoruz, biralarımızı sigaralarımızı alıyoruz yanımıza. Ve başlıyoruz...
Kök ailesinde sevgi görmediğini paylaşıyor. Büyüdüğü yerde, insanların, ailesinin sevmeyi bilmediğinden, sevmeyi sonradan kitaplardan öğrendiğinden bahsediyor. “Belki de bu yüzden bizim oranın çocukları çok okuyordur”, diyor. Yatılı olarak devam ettiği lise hayatını, yurt arkadaşlarıyla olan dayanışmayı ve üniversite hayatında başladığı fotoğrafçılığı büyük bir coşkuyla anlatıyor. Fotoğraf tutkusu onun kendine bakışını ve insanlarla kurduğu ilişkiyi değiştirmiş. Evlilik hayatı ise sevgisiz hissettiği çocukluğuna bir geri dönüş gibi. Esas evlendikten sonra bir kadın olduğunu hissetmeye, o eşitsizliği görmeye başladığını ve hatta şiddet gördüğünü aktarıyor. “Büyük siyaset” söz konusu olduğunda her şey çok eşit çok adil olması gerektiğini düşünen eski eşinin, günlük hayatında, “evde”, “ailede” –görüşmecimin ifadesiyle- “kesinlikle kadını kadın; erkeği erkek diye” ayırdığını anlatıyor.
Ayrılmaya karar verip Türkiye’ye döndükten sonra ise ailesi ve akrabalarından destek görmemiş ve hatta dışlanmış; tek başına, işsiz ve evsiz kalmış. Yatılı lise zamanlarını anlatırken başvurduğu “aile” benzetmesini şimdi tekrar İzmir’deki yaşantısı ve arkadaşları için kullandığını fark ediyorum. Ancak bunu bir adım daha öteye giderek yapıyor. İzmir’deki arkadaşlarının, üstelik birçoğunu yeni tanıdığı arkadaşlarının, dayanışması ile yeni bir yaşama başlayabildiğini, boşanmış bir kadının olmanın yarattığı toplumsal ve duygusal yüklerden arkadaşlarının dayanışması sayesinde kurtulabildiğini anlatıyor. Ve artık kan bağının çok önemli olmadığını fark ettiğini söylüyor.
Anahtar Kelime / Tag / Index
Bu görüşmeyi referans vermek için DOI