top of page

“İlk kez silah sesini duydum, ilk kez bir ceset gördüm.”

“Bu da hep bir yere ait olamama hissi yarattı ve kolay uyumlanabilme becerisi kazandırdı zannediyorum, sonradan ilişkilerde”

“Tam 80 dönemi darbesinde ben beşinci sınıftaydım. Tankların çıktığı günü hatırlıyorum, çocuktum ama şunu da hatırlıyorum, çevremizde birden kaybolan insanlar vardı. Kitaplar toplandı, yakıldı.”

“O yüzden bir beceriksiz oluyorsun ve çocuk kalıyorsun.”

“Bir yere kapanıyordum. Dolaba girip kitap okuduğumu hatırlıyorum. Sadece bana dokunmasınlar. Uzak dursunlar”

“Kızım demişti, ailemizin makus talihini sen yeneceksin.”

“Başarılı olmak, iyi olmak, yeterli olmak sorumluluğu ve bu yükün ağırlığı…”

“Ve ben içi boşalmış, böyle içinden ruhu gitmiş, böyle geriye sadece kabuk kalmış birisi gibi sadece izliyorum onu”

“Onu duygusal silah gibi kullandı”

Deşifre

Fotoğraflar

Görüşme Notu

Bankacı bir baba nedeniyle ilkokulu pek çok yerde okumuş çocuklardan biri. Ailenin en büyük çocuğu. Aslen Adanalılar, babanın görevi nedeniyle Güneydoğu'da zaman geçirmişler, bu dönem annenin çok baskı altında ve kendini kötü hissetmesine neden olacak bir kapanma dönemi olduğunu, bunu kendisinin çok sonra fark ettiğini söylüyor. Adana’nın deniz kenarındaki bir ilçesinden kapanmak zorunda kaldığı bir ortama gidip bunalan ve çok mutsuz olan bir anne. Öte yandan, evin en büyük çocuğu olduğu için de kendisinin dışarıda işleri yapıyor olması nedeniyle, onun özgür olduğu günler. 

Kendisinin travma olarak gördüğü eşikler, hep mekân bir başka şehir ve okul değişimleriyle oluyor. Mesela ilk travma olarak vurguladığı, ilk kez daha büyük ve aşinalığın olduğu büyük bir şehre gidişleri ve oranın meşhur kız lisesinde ortaokula başlaması. Ufak tefek, çok okuyan bir kız çocuğu olarak kendisini çocuk hissediyor. Diğer kızlar gibi olamadığını fark ediyor. “Hep beceriksiz oluyor ve çocuk kalıyorsun” diye ifade ediyor. Kız lisesinin, sadece kızlarla olmanın tuhaflığını hissediyor. Ardından batıya, ama daha taşra özellikleri olan bir şehre geçiyorlar. Lisede bu sefer tekrar karma, ama o yine dışarıda kalıyor. Hem biraz baba baskısı hem okuyan ve farklı merak ve ilgileri olan bir çocuk olduğu için.

İkinci büyük kırılma ya da travma, taşradan İstanbul’a üniversite okumaya geliş ve genellikle kolejlerde okumuş farklı bir sınıf ve kültürel çevreyle karşılaşış, hiçbiriyle ilişki kuramamak ve İngilizce hazırlık sınavını da geçmiş olmaya hayıflanış ve babanın onu okula ve yurda bırakırken yüklediği yük: başarılı olmak, iyi olmak, yeterli olmak sorumluluğu ve bu yükün ağırlığı….

Sonra ilk aşk ve 90’lı yıllar geliyor.

“Kayıplar çok oldu, bu infazlar yargısız infazların yaşandığı dönemdi. Onların çok acısını yaşadık. Çok korkunç dönemlerdi, çok karanlık dönemlerdi, yani 90'lar sanki nedense böyle çok nostalji ile anılıyor, çok iyi yıllarmış gibi anılıyor ama asla değil, ben insanların çok acı çektiğini, o dergileri hatırlarsın belki Çubuklu'da Mikrop diye bir dergi, mikrop muydu o böyle kapağında bir çocuğun çizildiği, çünkü annesinin babasının gözlerinin önünde öldürüldüğüne tanık olan bir çocuk vardı örneğin. Çok karanlık, çok korkunç günlerdi.”

Bir travma olarak bahsetmedi ama duygu yükü en çok boşanırken eşinin oğlunu bir duygusal silah gibi kullanması ve boşanabilmek için velayeti ona bırakmasıyla ilgiliydi.

“O ilk birkaç haftanın acısını şimdi anlatırken bile boğazım düğümleniyor. Ki aradan geçti bilmem 20 yıl, bunun acısı hiç hiç dinmedi hiç dinmedi o “***” olmadan geçirdiğim birkaç geceyi çünkü ben …. her gece onun yanında olurdum o benim yanımda olurdu.”

“Oğlum 24 yaşında, aradan 20 yıl geçti, hâlâ bunun acılarını çekerim, çünkü o boşanma sürecinde kadınların birçoğunun bunu yaşadığına eminim, insanlar taraf seçiyorlar karı koca ayrıldığında, dostlar arkadaşlar taraf seçiyorlar. Bizim durumumuzda genelde kocamın tarafı seçildi, çünkü ben rahat batan, kendisi için bir de dışardan zaten, hani şiddet uygulamıyor bana, alkolik değil, bana vurmuyor etmiyor, bir şey yapmıyor, hani gül gibi adam, gayet medeni, kibar, esprili, akıllı fikirli yani derdim ne, ne oluyor acaba, rahat batıyor zaten, bu kadın da biraz bir garipti durumuyla, onun tarafı seçildi. Ben de suçlandım da çook sonra işte “***”'yla aramızın iyi olduğunu görünce o dönemden bir arkadaşım, bir kadın arkadaşım üstelik, şey demişti "Ya ben çok şaşırdım senin oğlunla sonradan böyle iyi olabilmene." Yani şunu beklenmiş, oğlum benim yüzüme bakmayacak, çünkü ben onu terk ettim gittim ya öyle bir şey yaşanacak. Bir de bunun yükü var. Tekrar çevreni kurmaya çalışıyorsun ve sürekli ben aslında iyi bir anneydim deme çabası, ben aslında iyi bir anneyim. Sorgulamaya başlıyorsun; annelik ne kadın olmak ne benden beklenenler ne, iyi annelik ne demek? İyi annelik diye bir şey yok, yani kutsal annelik diye bir şey yok. Ne kadar emek harcarsan o kadar güzelleşen bir ilişki var, bu anne çocuk ilişkisi olabilir, arkadaşlık ilişkisi olabilir sevgililik ilişkisi olabilir. Her ilişki için geçerli olan bir şey.”

“Bir konservatif aile yapısı yüzünden. Atılan yanlış adımlar, ödenen bedeller çok fazla, eğer daha şeffaf daha paylaşımcı daha insani ilişkiler en başından kurulabilse bu ailelerde, bizim hayatlarımız da daha mutlu demeyeceğim, mutluluk değil buradaki maksat daha dengeli daha az yıpratıcı daha az yoran hayatlar olabilirdi, çok yorucu oluyor diğer türlüsü.”

 

“Sonra Gezi patlak verdi gezi bizi canlandıran, bize çok umut veren bir süreçti. Herkes, herkes gibi demesem de çoğunuz gibi ordaydım. Ben de Gezi'deydim. Gezi'den sonra mahallelerde dayanışma grupları oluşmaya başladı forumlardan sonra. Ben de mahallemdeki dayanışma grubuna, platformuna katıldım. Bu bana çok iyi geldi. Buradan kazandığım çok değerli dostluklar, çok değerli arkadaşlıklar oldu.”

İstekler ve hayaller ise:

“Mesela şeyi çok isterim: Çok iyi bir yazar olmak. En çok istediğim şey budur herhalde, çok iyi bir yazar olabilmeyi her şeyden çok isterim; yazdığımın, yazdığım şeyin okunması. Benim seveceğim bir şey ortaya çıkması. Yani yazdıklarımı çok sevmiyorum demek ki ya da çok seçici bir okurum; her okuduğum şeyi beğenmem. İster istemez öyle oluyor ki: O istediğim sevdiğim yazarlar kadar yazabileyim. Mesela bu çok çok. Şimdi bir şey diyeceğim çok güleceksin, bir Ursula gibi yazabilmek için var ya (gülüyor) var ya ama başka bir şey işte, o başka bir şey, yani eğer böyle ütopik ah desen... Bunu söylüyorum bir Ursula gibi yazabilmek, Ursula hayranlığım o yüzden çünkü onu çok seviyorum, onun dilini çok seviyorum, ama belki bütün bu okuma, anlamaya çalışma, bildiklerini üst üste koyma...”.

 

“Şimdi tabii ki çok kaygılıyım. Çok kaygılıyım. Kadın olarak kaygılıyım, insan olarak kaygılıyım. Çünkü o kadar korkunç ki her şey, gençler için çok kaygılıyım. Ne olacak bu gençler, biz yine bir şeyler yaşadık gördük. Şimdi genç kadınlar hiçbir şey yaşayamayacaklar. Hiçbir şey göremeyecekler. Çünkü onların giydiği kıyafetten hangi saatte sokakta olduğuna kadar her şeye karışılıyor. Her şeye karışılıyor! Tecavüz sıradanlaşıyor, giderek o distopik toplumların distopik romanların dünyasına giriyoruz ve roman olmaktan çıkıyor.”

Görüşme Tül Akbal Süalp tarafından, 14.04.2020 tarihinde yapılmıştır.

  • YouTube
  • Instagram
  • Twitter
  • Facebook
bottom of page